Paylaş |
|
Tweet |
Bir önceki yazımızda savaş pilotlarını neden oksijen maskesi takmaları gerektiğinden bahsetmiştik. Takılmamasının sonucunda da meydana gelebilecek en kötü senaryonun hipoksi olduğunu biliyoruz. Şimdi hipoksiyi anlayalım.
Hipoksi, tıpta vücut dokularındaki veya tüm vücuttaki oksijen oranının azalmasıdır.
Daha önceki yazımızda da bahsettiğimiz gibi, bizler maksimum 10.000 ft irtifaya kadar oksijen desteği olmadan yaşamımızı sürdürebiliyoruz. Bu sebeple 10.000 ft üzeri irtifaya çıkan her uçağın kabini hem yapısal deforme olmaması hem de uçakta bulunan insanların zarar görmemesi için kabin içine basınçlandırma ve klima sistemi tarafından sürekli basınçlı hava sağlanır. Bu işlem her irtifa değişimine uygun bir şekilde sürekli gerçekleşir. Ayrıca, uçak yere indiği anda da bu sistem tarafından kabin basıncı dış hava basıncına eşitlenir (ΔP = 0). Aksi taktirde uçağın kapıları basınçtan ötürü açılmaz.
Havacılıkta;
gibi sebepler hipoksiye sebep olur.
Hipoksi, uçuşu ölümle sonlandırabilecek ciddi bir problemdir. Ölümcül olmasını sağlayan da bazen kendini fark ettirmeden çok hızlı ortaya çıkmasıdır. Ayrıca önlenebilir bir durumdur da. Kabin basıncı hızla düşmediği sürece semptomlar kendini hemen fark ettirecektir.
Peki Hipoksiye Girdiğimizi Nasıl Anlarız?
Hipoksiye girdiğimizi kendimiz anlamamız için bulunduğumuz ortamdaki basınçlı havanın yavaş bir hızda azalması gereklidir. Süreç ne kadar azalırsa semptomlar o kadar geç ve yavaş ortaya çıkar. Süreç hızlı işlediğinde (bazen 1 saniyeden de az), bizim hayatımızı teknoloji oksijen maskeleri ile kurtarıyor. Hipoksi engellenebilir. Yaşanmış bir olaydan örnek vererek teorinin pratiğine göz atalım.
F-4E 2020 uçağının ön kokpitinde uçan bir pilotumuz, 22.500 ft irtifada taktik kolda uçmaktadır. Uçuşun 15. dakikasında pilotumuz gözleri kararmaya ve başı ağrımaya başlar. Kendini meşgul etmek için arka kokpitle sürekli konuşur, bu sırada oksijen regülatörünü %100 seviyeye çeker. Herhangi bir değişiklik olmayınca kabin altimetresini kontrol eder. Altimetre 25.000 ft’i göstermektedir, pilotumuz kabin altimetresinin normal sınırlar içerisinde olup olmadığını teyit etmek için kafasında işlem yapar. Formül çok basittir, Kabin Altimetresi = (Uçulan irtifa – 6000 feet) / 2. Çıkan sonuç +/- 2000 ft aralığında olmalıydı. Ancak bu hesabı da yapamadığını, muhakeme yeteneğini kaybettiğini anlayan pilotumuz hemen 10.000 ft altı irtifaya alçalır. Bir kaç dakika içerisinde bilinci tekrar yerine gelir. Sorunun basınçlandırma sistemindeki bir knob’un arızalı olmasından kaynaklandığı ortaya çıkar.
Başka bir olayda ise hipoksiye girdiğini anlayan pilot, öndeki pilota durumu açıklar ve iyi olup olmadığını sorar. Öndeki pilot “Gayet iyiyim, bir sorun yok.” dedikten sonra kahkaha atmaya başlar. İşlerin aslında iyi olmadığını anlayan arka kokpitteki pilotumuz hemen alçalıp acil iniş talep eder. Sorunun oksijen maskesinin hortumundaki küçük bir delik olduğu anlaşılır.
Örnekte gördüğümüz gibi süreç yavaş işlediği sürece soğukkanlı hareket edildiğinde hipoksi herhangi bir sorun olmadan atlatılabiliyor.
Peki ya süreç hızlı gerçekleşirse? 34.000 ft irtifada uçan bir yolcu uçağının rapid decompression durumuna girdiğini düşünelim. Ortalama 5000-7000 ft olan kabin irtifamız 1 saniyede uçuş irtifamızla eşitleniyor. Yukarıda bahsettiğim semptomları gözlemleyebilir miyiz? Maalesef, hayır. Ancak böyle bir durumda zaten oksijen maskeleri otomatik olarak açılacağı için, bu durum da engellenebilir. Tek yapmamız gereken 1 dakikadan daha az sürede kaybolacak olan bilincimizi yitirmeden oksijen maskesini takıp 10.000 ft altına alçalmak.
Peki Helios Airways 522 Numaralı Uçuş?
2005’te gerçekleşen bu kazada, süreç yavaş ilerlemiş, oksijen maskeleri otomatik olarak açılmış ancak pilotların zaten büyük oranda kaybettikleri bilinçleri onlara alçalma seçeneğini düşündürmemiştir. Oksijen maskeleri sınırlı bir süre boyunca oksijen sağladığı için, hazin son kaçınılmaz olmuştur.
Halil Kamazoğlu